Kısmın içeriği:
02-02-01) AUD, aralıksız ES’lere ulaşmak için gereklidir.
02-02-02) Parazit kelimelerden kurtuluş. “Fayda” parazit kelimesinin örneği.
02-02-03) Kelime anlamlarını oluşturma prensipleri.
02-02-04) Kelimelerin ıslah edilmesi; tanımlama ve giderme örnekleri.
02-02-05) Açıklık ES’ne ulaşmanın dört aşaması.
02-02-06) Analojiler zehirinden kurtuluş.
02-02-01) AUD’ye ulaşmak, ND’lerin giderilmesi esnasında meydana gelen sevinçli arzulardan biridir. Bundan başka, o, ES’lerin, Açıklığı yaşamak dahil, sabit olarak tezahür etmeleri için gereklidir. Eğer sen mefhumsal olarak, algıların somut takımlarını belirtmeyen kelimeleri kullanarak, düşünüyorsan, demek, sende algıların net bir şekilde ayırt edilmesi yoktur, algıları istenen ve istenilmeyenlere ayıramıyorsun, güçlü sevinçli arzular tezahür edemez, değişmeler meydana gelmez.
AUD’ye yönelmiş bulunan insan, şu veya bu görüş açısının yararına olan kanıtlarla karşılaştığında, o anda sevinçli bir arzunun varlığına bağlı olarak, onları ya ele alır, ya da almaz; meydana gelen ND’leri giderecektir. Aptal insan öfke, saldırganlık, itiraz etmek için karşı konulmaz bir arzu, yabancılaşmayı yaşar ve belli eder.
AUD’ye yönelen insan, kendi mefhumlarının envanterini yapmaya ilgi duyuyor, bu çalışmada inisiyatifini gösteriyor, kendi görüş açılarını, yeterli derecede gerekçelendirilmiş olması açısından, ele alıyor.
Sıradan bir insanı herhangi bir şey hakkında sor ve, “düşünmem gerek” veya “delilli bir görüş açısına sahip olmak için bu konuda bilgilerim yetersizdir”, veya “bunun üzerinde düşündüm ve anlayamadım”, veya en azından “şu anda bana öyle geliyor ki…, çünkü şöyle bir bilgim vardır” gibi bir cevabı duymazsın. Sen, her türlü soru hakkında hazır ve itiraz kabul etmez bir görüşü duyarsın, Mars’da hayatın varlığından başlayarak, patates böceği ile mücadelede trichomoniasis’in etkililiği ve hayatın manası sorularına kadar. Ve, eğer onun görüşüne itiraz etmeye denersen, hem de kanıtlı bir şekilde, çok parlak bir NT ile karşılaşırsın.
İnsanlar herşey hakkında her zaman herşeyi “biliyorlar” ve bu fikirlerin toplamı işte onların yaşadıkları dünyayı oluşturur.. Mefhumları yıkmak çok zor, çünkü onların her biri memnunluk, huzur, saldırganlık ve sair alışılmış tepkiler için hayali birer dayanak durumundadır. Mefhumları yıkmak, tiftiklenerek dağılan bir çoraba benzer – bir delik açmak yeterlidir ve ondan belirli tasavvurların bütün toplamı üzerinden çok sayıda çatlaklar dört bir yana dağılmaya başlıyor, bu da müthiş bir korkuya neden oluyor, ne de olsa dünya yıkılıyor! İnsanlar, samimi ve ardıcıl bir şekilde düşünmekten korkuyorlar, ki o zaman bütün dogmalardan, “kesin bilgilerden” vazgeçmek ve sadece za ya da çok kanıtlara dayanan görüş açılarıyla kalmak zorunda olacaklar, bu görüş açıları da her an değişebilir, eğer esaslı ek bilgi ortaya çıkarsa. Dünya, katı ve belirli olmaktan çıkıyor, o, etrafında gözlemlere dayanan tasavvurların hareketli sistemi kurulu bulunan bir sırra dönüşüyor ve sen, kendini rahat yatağından kovulmuş hissediyorsun. Ve, ancak mefhumlardan kurtularak, sen onun rahat bir yatak değil, kara bir mezar olduğunu anlamaya başlıyorsun.
İnsanların büyük çoğunluğu bunlar hakkında düşünmekten üşenir, onlar açıklığı arzu etmez, onlar uyuşturucunun sıradaki dozunu almak isterler (televizyon, yemek, orgazm veya kavga), sarhoş oluncaya kadar bira içmek ve ertesi sabaha kadar dalgınlığın içine düşmek, ki sabahleyin artık düşünmek için zaman yok – kalkmak ve okula/enstitüye/işe gitmek gerekir. Böylece insanlar aptallığın da, kalınkafalılığın da kültivasyonunu yapıyorlar. Kalınkafalılık – bu, ardıcıl bir şekilde akıl yürütmek yeteneksizliği – konsantrasyon veya yatkınlıklar yetersiz. Aptallık, düşünmeye karşı dayanıklı bir isteksizlikten ibarettir (hatta, konuşmayı kişinin sevdiği bir konu üzerinde bile), bu da, saldırgan-savunucu bir tutum, ND’lerin fışkırması, “şu an düşünmek için keyfim yok”, “sen kendin düşünmüyor da, kelimelerle oynuyorsun”, “herkes beni anlıyor ve sadece sen, nedense, bir türlü anlamak istemiyorsun” gibi cümlelerle eşlik edilir. Eğer aptal insan senin düşüncelerinin sırasını kabul ediyorsa, bu, açıklığa ulaştığı için değil, çatışmalı durumdan kaçınmak içindir – bunu, onun daha sonraki davranışlarını inceleyerek, çok kolay keşfetmek mümkündür.
Hayatın zor ve karışık, onu anlamak hemen hemen imkansız olduğu görüşü genel olarak yaygındır. Ve, sen kütüphaneye gidip ünlü bir filozofun kitabını açtığında, orada neyi görüyorsun? Monad, immanence, konstrüktler, adalet, şuur, şuuraltı, şuurüstü, emanasyon, Tanrı, iyilik, fayda, zarar… – terminolojik bir karışıklık. Terimler, birbirlerinin üzerine yığılmakta, hiçbir açık tanımlama olmadan – algıların hangi somut bütününü belirtiyor şu veya bu terim.
AUD’ye yönelmiş bulunan bir insan, ilkin bir algıyı veya algılar toplamını kaydediyor, sonra onu belirli bir terim ile belirtiyor. Aptal insan, terimleri, onlarla algıların hangi somut toplamlarını belirttiği hakkında düşünmeden, kullanıyor. Sonuçta çorba, “filozofların eserleri” diye adlandırılan içinden çıkılmaz bir karışıklık, psişik hayatın gelişme kanunlarının son derece karmaşık olduklarına genel inanmışlık meydana geliyor. Fakat gerçekte bu böyle değildir. Onlar, son derece basit. İnsanlar, üç çam ağacı arasında dolaşıp duruyor sadece dolaşmanın kaçınılmazlığına inandıkları için ve “kılavuzlar” (psikoloji, “ezoterik” ve felsefe kitapları) onları daha çok şaşırtıyor. Sadece mevcut algıların analizine dayanarak insanın kendisinin düşünmeye başlaması ise – korku veriyor… bu nasıl olur, ben kendim mi düşüneceğim?? Bu, o kadar basit olsaydı, böyle akıllı kimseler açık anlayışa gelmez miydi? Bu ne demek – ben böyle akıllı biriyim, onlar ise öyle aptal mı? Evet, onlar öyle aptal. Onlar yolu bulamadılar, senin ise onu bulmak imkanın vardır – en azından, bu kitabı, Açık şuura giden yolun kılavuzu olan bu kitabı, okuduğun için. Senin için bir şans var ve onu nasıl kullanacağın sadece sana bağlı.
Böylece, AUD’ye giden yolda hükümlere gerekçeler aramak gereklidir. Basmakalıp gibi geliyor – değil mi? Herkes için açık ya, eğer bir görüş ifade ediyorsan, o, gerekçelendirilmiş olmalıdır. Fakat hayır, herkes kendilerinin pekala sağduyulu insanlar olduğunu düşünüyor ve, böyle bir çalışmayı yerine getirmeye başlamak, kendini “ilkel” şeyleri bilmeyen biri olarak kabul etmek anlamına geliyor. Ve işte Ahmet de biliyor “tecavüz”ün ne olduğunu, ve işte Ayşe’ye de sor ve o sana söyler – “iyi insan” ne demek, ben ise ne – en ahmak olanlardan biri miyim? Ben, birçok profesyonel düşünürlerle konuştum – matematikçilerle, fizikçilerle, iktisatçılarla, hukukçularla, filozoflarla, psikologlarla v.s. Öyle geliyordu ki – onlar değilse, başka kim? Açık düşünüşün bayrağını işte onlar taşımalı. Fakat paradoks, “düşünürlerin”, önlerinde burada sorduklarıma benzer bir soruyu – “karısını terketmiş bir koca neden suçlu” “adalet nedir” – koyduğum zaman, bir öfkelenmeye, kudurmaya gelmiş olmalarından ibarettir. Ve bu, onların hiç de düşünür olmadıkları, sadece, diğer tüm insanlar gibi, alışılmış anlaşmaların hattında yürüdükleri içindir.
Ünlü bir düşünürün herhangi bir kitabını eline al. Kim daha çok hoşuna gidiyor? Heidegger mi? Hegel mi? Jose Ortega y Gasset mi? Kant mı? Schopenhauer mi? Orada, “immanence” ve “transcendence” gibi korkutucu ibareler olmayan bari bir paragraf bulabilir misin? Bu terimlerin açıklandığı felsefe sözlüğüne bak. Ancak bu, sadece bir elektrik iskemlesi ya! Anlamsız kelimeler selinden şok yaşıyorsun. Tabii, eğer felsefe dersinden sınavı vermek istiyorsan, o zaman öğretmene “immanence” ve “transcendence” kelimelerini anlamadığını ve, ders kitabında “immanence”in – olaya, nesneye, prosese içinden özgü olan”, “transcendence”in – kavramak için erişilmez, tecrübenin öbür tarafında bulunan” olarak açıklanmasının, sende “içinden özgü” ve “tecrübenin öbür tarafında” gibi algılar olmadığı için, sana hiçbir şeyi açıklamadığını söyleme – bu durumda seni “kalınkafalı ve perspektifsiz” hükmü bekliyor. Sen, “transcendence kavram” nedir biliyor musun? Bunlar, “son derece genel kavramlar” denen şeyler – “iyilik, hakikat, var olan” v.s. Bu kelimelere anlamsız, yani algıların somut toplamlarını belirtmeyen kelimeler demek ve onları kullanmayı bırakmak yerine, onları “son derece genel” olarak adlandırdılar, bunun üzerinde düşünmeye kalkışmamak için de beyinlerini “transcendence” terimiyle mıhladılar.
Bak – “felsefeye”, “ezoteriğe” karşı nasıl bir saygı ile davranıyorlar! Sen, anlaşılmaz kelimelerin müthiş karışımını gördüğünde, şaşkınlıkla “bu terimlerin anlaşılır tanımları nerde” diye sormak yerine, kitabı “evet.. dev biri… ben anlamam” fikriyle kapatıyorsun. Fizik kitabında da birçok anlaşılmayan kelimeler var, ancak fizik, mantıklı hükümler ve gözlemlerin analizi üzerine kurulmuştur ve orada kullanılan her terim zorunlu olarak tarif edilmiştir – bu kitapta değilse, demek, bir önceki kitapta. Fizik kitabında şöyle bir cümleyi kendine tasavvur et: “atom – bu, maddenin olduğu gibi, onun içinden özgü niteliğinde, karşımıza çıktığı zamandır”. Saçma? Ancak felsefede akıl yürütmelerdeki bulanıklık bir kural haline gelmiş, o, bir tabiat kanunu derecesine kadar yükseltilmiştir.
Bizim etrafımızı anlamsız kelimeler küfü kaplamış, bu kelimeler üzerinde kurulmuş sayısız mefhumların uyuzu sarmış ve bütün bunlar AUD ve ES’lerin tezahürlerini boğuyor.
02-02-02) Parazit kelimelerden temizlenme, AUD’ye ulaşmak için gereklidir, çünkü algıların somut takımını belirtmeyen kelimelerin kullanımı AUD ile bağdaşmaz. Kendine, anlamlarını bilmediği sembolleri kullanan bir mühendisi tasavvur et. O, hiçbir zaman hiçbir şeyi inşa edemez.
Parazit kelimelerin giderilmesi, bir acıma, kayıp duygusu ile eşlik edilebilir, ne de olsa onların düşünüşten çıkarılması, bu kelimeleri terkiplerinin bir öğesi olarak içeren mefhumları desteklemek imkansızlığına getiriyor. Bundan başka, belirsiz mana taşıyan kelimelerin kullanımı, onlarla hokkabazlık yapmak, sonsuz çelişkiler bulmak, düşünceler içinde şaşırmak imkanı veriyor, bütün bunlar ise, şu anda artık mahrum edildiğin izlenimleri getiriyor. Parazit kelimelerle yapılan çalışmayı daha ayrıntılı bir biçimde ben daha sonraki paragraflarda ele alacağım, şimdi ise “fayda” kelimesinin tahlil örneğini vereceğim.
Bu kavramı, iki yönde ele almak mümkün – “genel olarak” bir fayda olarak ve, ele alınan belirli bir prosesin çerçevesi içindeki bir fayda olarak. İnsanlar bu terimi her iki yönde de kullanırlar.
Genel olarak bir fayda hakkında konuşurken, biz herhangi bir prosesin kesin olarak ve sonuçsuz belirebileceğini varsayıyoruz. Ancak her olayın her zaman sonuçları vardır ve bu sonuçlar hakkında biz hiçbir şeyi bilemeyiz, onun için “genel olarak fayda” kavramının anlamı yoktur. Bu çok basit, onun için sadece bir-iki örnek vermekle yetineceğim.
Mesela, ben çok para kazandım ve bunun “iyi”, “faydalı” olduğunu düşünüyorum, çünkü bu parayı “faydalı” ve hoş etkinliklere harcayabilirim. Fakat bu böyle değil. Ev mi satın alır veya seyahate mi çıkarım, onu birilere bağışlar veya bankaya mı yatırırım, bu, kaçınılmaz olarak hayatımın gidişini değiştirir ve daha sonraki olayları doğurur. Çok para elde etmenin “faydalı” olduğu hakkında konuşurken, biz, daha sonraki olayların sırf hoş, istenen olaylar olacaklarını veya, en azından, onların hoşluklarının, bu paraları kazanmadan önceki halden daha fazla olacağını tahmin ediyoruz. Eğer bu böyle olsaydı, “genel olarak faydalı” olan herhangi bir olay hayatın geri dönülmez bir şekilde iyileşmesi için birer araç olurdu. Eğer para “genel olarak faydalı” ise, o zaman zenginler, zengin olmayanlardan daha mutlu olurlardı. Bunun öyle olmadığını görmek için basiret sahibi olmaya lüzum yok. Hayat tarzının değişmesi, onun niteliğini değiştirmiyor – bir endişe ve ıztıraplar bir başkalarıyla değiştiriliyor, hatta çoğu kez daha fazla olanlarıyla.
Başka bir örnek – ben koşu yapmaya, yüzmeye başladım, bedenim güçlü, sağlığım da – daha sabit oldu, kuvvetim çoğaldı. Her birimiz, bunun “faydalı” değişmeler olduğunu söyler ve gene bu doğru değil. Eğer bu öyle olsaydı, o zaman daha sağlıklı insanlar, hastalıklara daha çok eğilimli olanlardan daha mutlu olurlardı. Bunun öyle olmadığı açıktır. Ormanda koşmaya başladım ve ayağımı kırdım. Daha enerjik biri oldum, kendi iş yerimi açtım ve iflas ettim. Daha sağlıklı oldum, Hindistan’a seyahate gittim ve tifüse yakalandım. Ormanda koşu yapmaya gittim ve sinemaya gitmedim, birlikte çok iyi olabileceğimiz o kızla karşılaşmadık… ve saire. Biz, şu veya bu durumun hangi sonuçlara getireceğini hiçbir zaman bilmiyoruz. Para buldum – “fayda”. İşimi açtım ve iflas ettim – “zarar”. Yesten ormana kendimi asmaya gittim ve sevdiğim kızla karşılaştım – “gene bu iyi idi”. Kız, kancığın biri çıktı – “hayır, gene de boşuna ben bütün bunlara giriştim”. Buna karşılık, onun babası çok iyi bir insan çıktı ve beni kendi kürsüsüne aldı – “gene bütün bunlar iyiymiş”. Bilim adamı ise benden olmadı, kürsüden atıldım – “kötü”. Bilim adamlığından vazgeçtikten sonra başka bir şeyden zevk aldığımı keşfettim – “iyi”, ve böylece devam ediyor – olayların dolaşımı sonsuzdur ve şüphesiz bir şekilde mutluluk getirebilecek öyle hiçbir tanesi yoktur, çünkü mutluluk – etrafta neyin ve nasıl düzenlenmiş olduğunda değil, senin ise hoşuna giden algıları yaşamandadır.
Onu (faydayı) belirli çerçeveler içinde tanımlamaya çalıştığımız zaman da hiçbir “fayda” mevcut değildir.
“Sağlık için fayda”yı ele alalım. Hasta olduğun zaman, doktorun reçetesi doğrultusunda hap içmeye başlamak “faydalı” sayılır. Ben kendim, hasta olursam hap içerim, çünkü bunun iyileşme ihtimalini yükselteceğini düşünürüm. Ancak bunu “sağlık için faydalı” saymak doğru değil, çünkü bu, bu hapların özellikle sana ve özellikle şu durumda nasıl etki ettiklerine, istenmeyen yan sonuçların olup olmadığına dair tam ve mutlak sahih bir bilgiye sahip olduğunu sanmak anlamına gelir. Böyle bir bilgi ise yoktur ve hiçbir zaman da olmayacak. Parasetamol yıllardır soğuk alma hastalıklarına karşı etkili bir ilaç sayılırdı ve ancak son zamanlarda onun karaciğer için çok olumsuz bir etkiye sahip olduğu ortaya çıktı. Apandis ve bademcikler uzun zaman bedenin gereksiz parçaları sayılırdı, hatta onları çocuklarda önceden kesmeye başladılar. Sonra ise onların bağışıklık sisteminde önemli rol oynadıkları ortaya çıktı. Hiçbir ilaç sonuna kadar incelenmiş olmuyor. Dev bir ilaç şirketi, bir ilacı yıllarca üretebilir, onu bütün dünyaya pazarlayarak, neden sonra bu ilacın kanserin gelişmesine neden olduğu keşfedilir – böyle sonuçlar az değil. Bu, senin ateşin olduğunda aspirin, dizanter olduğunda da – kloramfenikol içmende hiçbir şeyi değiştirmiyor: sen böyle davranmayı seçtin ve işine gelen sonucu elde ediyorsun, ancak bunun faydalı olup olmadığı – bilinmemektedir, çünkü “fayda” kelimesi, bir “hayır” anlamına geliyor, şu durumda ise beden için neyin “hayır” olduğu ve bu “hayrı” nasıl ölçmek – belli değil. İlaçlarla doldurulan bir beden, kendi gücüyle direnmek kabiliyetini kaybediyor ve hapları daha fazla ve daha sık istiyor ve, senin yüksek bir ateşin olduğu zaman, karar almak zorunda kalıyorsun – onu antibiyotiklerle mi düşürmek (ki bağışıklığı azaltır, mideyi zehirler, karaciğere vurular) ya da kendi güçlerinle mi iyileşmeye çalışmak (ve, komplikasyon edinmek, daha uzun süre hasta olmak tehlikesiyle karşı karşıya gelmek). Sıradan insan, neyin mefhumsal olarak “faydalı” olduğunu sandığına bağlı olarak karar alıyor. “Fayda” hakkındaki mefhumu gidermiş bir insan, ulaşabildiği bilgileri göz önünde bulundurarak sevinçli arzuya uygun bir şekilde davranır. Böyle bir politika sonucu, bizim “fiziksel beden” olarak adlandırdığımız şeyin, deli bir annenin çocuğa, onun her hareketini yöneterek, baktığı gibi bakılması gereken çaresiz ve küt bir odun parçası olmadığı ortaya çıkıyor. Sevinçli arzuları takip ederek, sen, ES’lerle rezonans eden fevkalade hoş hislerin yeni dünyasını açıyorsun.
“Biznes için fayda”yı ele alalım. Biznes için gelir elde etmenin “faydalı” olduğu herhalde herkes için “anlaşılır”. İstatistik ise, iflasların %80’inin özellikle şirketin büyümesi sonucu meydana geldiğini söylüyor, çünkü şirket, kendi büyümesinin rehinesi oluyor: küçük şirket kendi nişini işgal ediyordu, büyük şirket için ise niş bulunmayabilir; küçük çapta işlerini başarıyla yürüten yöneticiler, daha büyük bir çapta bunu başaramayabilirler; işin strüktürünü değiştirmek gerek, yeni eleman işe almak ve onları eğitmek, muhasebeyi genişletmek, yeni vergilendirme şemasına geçmek, yeni bina kiralamak, yeni ve daha güçlü rakiplerle mücadele etmek, yönetim, bürokrasi sorunları ortaya çıkar ve saire, ve saire… hem beklenen şeyler, hem de hayal bile etmedikleri şeyler, geri dönüş yolu ise artık yoktur. Dahası da, sahipler artık kendilerini eskisi gibi işe vermemeye, daha çok dinlenmeye başlayabilirler, bundan dolayı da şirket çok hızlı dağılır.
“İş için fayda” yoktur, çünkü, “iş için fayda” hakkında konuşurken, biz, “fayda” meydana geldikten sonra, bu “iş”in her zaman “daha iyi” durumda olacağını kastediyoruz, bu da tecrübe ile çürütülür. Bizim “ faydalı” olarak saydığımız her davranış, peşinden bir yığın en farklı sonuçları getirir ve, onun “faydalılığı” hakkında konuşurken, biz böylece tüm sonraki olayların da “faydalı” olacağını iddia ediyoruz. Yani, eğer benim şirketim biraz para kazanmışsa, bu, böyle bir mantığa göre, hiçbir şeye bağlı olmadan şirketin geri dönülmez büyümesine getirir. Yoksa, sonuçta ne olduğu belirsiz bir şeye getiren bir olaya “faydalı” demek nasıl olur?
Şimdi faydayı belirli bir zaman süresi çerçevesinde ele alalım. “Gelecekte işler nasıl oluşur, ben bilmiyorum, ancak şu anda şirket için çokça para kazanmak “faydalı” olduğunu biliyorum, onun için ben yüksek maddeler hakkında konuşmayacağım, şirketime direkt şimdi gelir getirecek şeyi yapacağım – bankadaki hesap, krediyi ödeme gücü artar, rating yükselir, ticari markaya tüketicilerin güveni sağlamlaşır, hisse senetlerinin değeri artar, bütün bunlar da, bu operasyonun “faydalı” olduğunun kriterleridir işte”, diye söylemek mümkün. Bir “şimdi faydalı” hareketin arkasından başka bir “şimdi faydalı” hareket meydana getirerek ben şirketi gelişmeye ve refaha ulaştırırım. Öyle de hareket ediyorlar işte – “faydalılık” kriterlerini tayin ediyorlar ve hareketleri meydana getiriyorlar, bunun yanında, bu kriterlerin sadece, bu hareketin “fayda” hakkında genel olarak kabul edilmiş mefhuma uygunluğunu tespit etmeye izin veren araçlar olduğunu unutarak, ancak bu mefhumlar ebedi gerçek şeyler değil, onlar daimi bir hareket içinde bulunuyor. Bir ekonomik etkililik modeli bir başkasını değiştiriyor, onun için burada da hiçbir “fayda” yoktur – sadece, tespit edilen amaçlara ulaşmaya yönelik davranışların meydana getirilmesi vardır.
“Fayda” hakkındaki mefhumdan serbest olan insanın tutumu şöyledir: ben, falan amaca ulaşmak istiyorum, ben, falan bilgiyi gözümün önünde bulunduruyorum, ben, filan davranışları gerçekleştirmek istiyorum. Böyle bir tutum, mutlak bir esneklik, kendi sevinçli arzularda açıklık ve onları takip etmek imkanı, mekanik, sevinçsiz hareketlerden hürriyeti sağlamaktadır.
02-02-03) Kullandığımız kelimelerin anlamları o kadar bulanıktır ki, ancak ara sıra karşılıklı bir anlayış ve kendini anlama meydana geliyor. Ben, kelimelere mutlak ve kesin bir mana kazandırmaya çalışmak istemiyorum, çünkü bu: a) her türlü sınırın izafi olmasından dolayı prensip olarak imkansızdır, b) amaçlarım için gerekli bir şey değildir.
Ben sadece kelimelerin anlamlarını, bu, benim arzularımı, açıklık arzusu, diğer pratikçilerle tecrübe alış-verişinde bulunmak arzusu v.s. gibi arzuları, gerçekleştirmeye izin verdiği dereceye kadar, daha kesin ve açık olarak belirlemek istiyorum. “Kuş” dili, algıları daha net olarak yansıtan bir dile yerini bıraktıkça, ortaya dilin temizlemesine devam etmek arzusu çıkıyor.
Terimlerin anlamlarını oluşturma metodu:
1) Terimin tanımını veriyorum.
2) Bu terimi daha önce kullandığım on-yirmiye kadar kelime grubu oluşturuyorum.
3) Terimin yerine kendi tanımımı koyuyor ve bakıyorum – cümlenin anlamı, onu ulaştırmak istediğim gibi yeterli derecede net ifade edilmiş oluyor mu?
4) Eğer çoğu hallerde cümlenin anlamı daha oluyorsa, bu anlamda terimin kullanılmasının amaca uygun olduğunu düşünüyorum. Anlamları daha az net olmuş geri kalan az cümlede ben başka terimler kullanacağım.
Örneklerini ileride bak. Şöyle bir soru ortaya çıkabilir – mesela, “kanıt” kelimesini, “sonuç”, “gözlem” gibi henüz tanımlanmamış kelimeleri kullanarak ben nasıl tanımlıyorum? Tanımlanmamış olanların üzerinden mi tanımlıyorum? Ben, matematik ve fizik ile uğraşmıyorum, ben, pratik bir disiplin – algıların mühendisliği – ile uğraşıyorum. Bende, bir tez savunmak, ödül almak, “bilim adamı” olmak arzusu yoktur, onun için beni soyut amaçlara ulaşmak, soyut problemler çözmek, güzel teoriler ve aksiyomatik sistemler kurmak gibi şeyler ilgilendirmez. Beni, çok somut bir problem ilgilendirir – hep daha fazla ve daha fazla zevkin alınması, buraya açıklıktan olan zevk de dahil, ve ben, araştırmalarımın sonucunda esaslı olarak daha fazla bir belirlilik kazanmış bir kelimeyi kullanmaya başladığım zaman, daha fazla bir zevk ediniyorum. Altını çiziyorum – “etraflı” değil, “mutlak” değil, “esaslı olarak daha fazla”. “Mutlak açıklığı” güya arayan ve hep daha çok ve daha çok ara açıklığa ulaşmak için belirli olan adımları küçümseyen insanlar, sonuçta umutsuz bir şekilde aptal olarak kalıyor, ND’leri gidermek istemeyen, “mutlak bir aydınlanmayı” “arayan” ve sonuçta çürüyen kinci bir biyokitle kabarcığı olarak kalanlar gibi.
Ben, terimin tanımını verdiğim ve onu kullanmaya başladığım zaman, şunları keşfediyorum:
a) ifadelerde esasen daha büyük bir açıklık, kesinlik meydana geliyor, muhatapla karşılıklı anlayışın derecesi yükseliyor, sonsuz kesinleştirmelere, geri dönüşlere başvurmak gerekmiyor v.s.
b) algıları tasvir etmek, çelişkili olmayan modeller kurmak, karşılıklı bağlantıları bulmak ve tasvir etmek daha kolay oluyor.
c) analiz ve sentez, yani olayı elemanlar toplamına keyfi olarak parçalama prosesi ve aralarındaki karşılıklı bağlantıları bulma prosesi daha kolay başarılır (bu da, ussal açıklığın ayırt edici şuurun evrimi üzerindeki pozitif etkisini açığa çıkarıyor).
d) düşünme prosesinden daha fazla zevk alıyorum, AUD ve en çeşitli ES’lerin daha net rezonansı meydana geliyor.
e) sevinçli arzuların gerçekleştirilmesini ve planlamasını daha net uygulamak yeteneği gibi meydana gelen açıklığın sonuçlarından daha fazla zevk alıyorum, bu da sevinçli arzuların tezahür etmesine, kuvvetlenmesine, evrimine getiriyor.
f) dili temizleme çalışması, “yoğunlaştırma” pratiğinin mecrasında bulunmaktadır – “Etkili Pratik Stratejisi” bölümünde bak.
Eğer ben, “akademik” karakterli bir kanıtı kılavuz edinerek, ilk olarak “ben”, “sonuç”, “hoşa gidiyor”, “zevk” kelimelerini tanımlamaya başlasaydım, sonuçta şu an kullandığım kelimenin daha net anlamını veremezdim, bir stupora düşerdim, fakat sonuçta bu kelimeyi GENE onun eski, bulanık anlamında kullanmaya devam ederdim, çünkü benim arzularım, sevinçli olanlar da (mesela, konuşmak arzusu) dahil, hiçbir yere kaybolmazdı, ki onları gerçekleştirmek için bu kelimeleri kullanmak zorunda olacaktı. Onun için ben, daha az olan açıklıktan daha çok olanına, daha küçük zevkten daha büyük zevke doğru hareket ediyorum. Kullanılan kelimeye daha net bir tanım verdiğimin sonucunda ben, tanımın kendisinin yaklaşık olarak tanımlanmış kelimelerden oluşmasına rağmen, istenen sonucu elde ediyorum. Eğer gelecekte “sonuç” kelimesine tanım vermek arzusu meydana gelirse, ben “kanıt” kelimesinin tanımına dönerim ve onu ya düzeltir, ya da daha büyük bir açıklıkla anlamaya başlarım. Hatta “sandalye” kelimesini bile biz net bir şekilde tanımlayamayız, çünkü sandalye ve herhangi başka bir nesne arasında net hiçbir sınır yok – mesela, püf şeklinde sandalyeler var ve “sandalye”yi, dört ayak üzerinde bulunan bir yüzeyden mümkün olduğunca farklı olarak yapmak mümkün, hatta dışarıdan bir insanın buna “sandalye” demek aklına bile gelmez. Ve gene de biz, ayak üzerinde bulunan yatay bir tahtayı kastederek “sandalye” dediğimiz zaman, neyin hakkında konuştuğumuzu, “ilahi takdir” hakkında konuştuğumuzdan çok daha net olarak telakki ediyoruz. “Giyim” kelimesi, “rahat” kelimesinden çok daha fazla anlaşılır, ki “rahat” kelimesi, sadece nahoş fiziksel hisleri belirtmek için değil, isabetli isabetsiz her yerde kullanılmaktadır, onun için “rahat” kelimesini, bunu aşağıda yaptığım gibi, tanımlayıp, ben bu kelimenin belirsizlik düzeyini “giyim” kelimesinin belirsizlik düzeyine indirdim, bu da benim pekala işime gelir, çünkü sevinçli arzuları gerçekleştirmeye engel olmuyor.
Dili temizleme sürecinde, tabii, engeller ortaya çıkıyor, mesela:
a) ilk stupor – bu sorunu “geçmek”, onu sonraya bırakmak isteniyor, çünkü dili kontrol etmeye başlamak, gayretler harcamak ve aptallığın içinden çıkmak istenmiyor, kelime kullanımının alışılmış yatağında akmak isteniyor, kendi dikkatliliğini yoğunlaştırmak istenmiyor, çünkü daima kendini dilinden yakalamak gerekecek.
b) şüpheci fikirler:
*) “bu, sonsuz bir çalışmadır” (bu şüpheci, çalışma yapılmaya başladıkça ve kelimeler daha net bir anlam kazandıkça ve yeni anlamlarıyla senin kelime kullanımına girdikçe ve, çalışmanın ne zaman biteceğinden bağımsız olarak, ben direkt şimdi istenen sonuçları elde ettiğim – bu süreçten daha fazla zevk aldığım v.s. – açık oldukça, zayıflıyor).
*) “açıklığı elde etmek imkansızdır – gene de herşey belirsiz kalır” (bu şüpheci de, pratik uygulandıkça, zayıflıyor).
*) “gene de diğer insanlar beni anlamaz, ki onlar senin tanımlarını kullanacak değiller” (bu şüpheci esassızdır, çünkü tanımları seçme metodu, konuştuğun insanların seni eskisi gibi, bu terime dair onlarda mevcut açıklık düzeyine uygun olarak ve eskisinden hiç de daha kötü olmayacak bir şekilde anlayacaklarını kastediyor, sen onlara neyi kastettiğini anlattığın zaman ise, onlarda seni daha iyi anlamak imkanı olur).
02-02-04) Bazı kelimeler %100 parazit karaktere sahiptir, yani her türlü belirlilikten yoksun ahlaki kategorileri ifade etmekteler. Böyle kelimeleri ben dilimden tamamen çıkarmak istiyorum – mesela, “kötü” ve “iyi” kelimelerini. Böyle kelimeleri kullanarak, insanlar hiçbir zaman somut hiçbir şeyi kastetmiyor, sadece kendi pozitif veya negatif tutumlarını ifade ediyorlar. “Sen kötü davrandın” – bu ne anlama gelebilir? Benim, başka türlü istediğimi mi? Sahip olmak istediğim şeyi kaybettiğimi mi? Şimdi fiziksel bir acı hissettiğimi mi? Şu veya bu ND’leri yaşamaya başladığımı mı? Bu, herşey olabilir – hiçkimse bunu düşünmez.
Başka kelimeler bulanık bir anlama sahip olsa da ve çok defa düşünmeden kullanılsa da, bazen insanlar onlar altında, her defasında farklı olsa da, ancak belirli bir şeyler anlıyorlar – bazı böyle kelimelere belirlilik kazandırmak mümkün, eğer onların kullanımı herhangi bir alanla sınırlandırılırsa – mesela, “rahat” kelimesinin tanımına bak – ben, bu kelimenin kullanım alanını nahoş [fiziksel] hislerin meydana gelme alanıyla belirledim, geri kalan tüm diğer alanlarda ise ben başka terimler arayıp bulurum ve sonuçta karışıklıktan istenen kurtuluşu elde ederim.
Tabii ki, ben klasik parazit kelimeleri (“p-kelimeler”), communicative (komünikatif, konuşkan) parazitleri (“c-parazitler”) ve ND’lere hizmet eden argo kelimeleri dilimden tamamen gidermek istiyorum.
P-kelimeler altında ben musallat eklentilerin bütün toplamını anlıyorum: “e”, “yani”, “gibi”, “demek”, “prensip itibariyle”, “sadece”, “şöyle ki”, “genel olarak”, buraya bilim imajlı argolar da dahil: “aslında”, “aslına bakılırsa”, “bütün olarak”, “demek istediğim şu ki…”, “evet ama…”, “aşağı yukarı böyledir”, şöyle olduğunu düşüneceğiz” v.s.
C-parazitler altında, kelime olmayan fonetik musallat eklentilerin toplamını kastediyorum. Genellikle kişinin kendisi için, onları gidermek bir yana, keşfetmek bile zordur. Birçok suratlar bir yıl yoğun pratik sonrasında bile, dikkatliliklerinin gelişmesindeki bütün ilerlemeye rağmen, devamlı communicative parazitleri kullandıklarını tahmin bile etmediklerini hayretle keşfedebilirler.
Örnekler:
*) konuşurken cümlenin başında gözlerini her zamankinden daha fazla kısmak;
*) gözlerini her zamankinden daha fazla (fal taşı gibi) açmak;
*) cümle parçaları arasında son seslinin uzatılması: “ben düşünüyorum kiii… bugün ben…”;
*) cümleler arasındaki çeşitli “e…”, “m…”ler;
*) konuşma esnasında çeşitli musallat hareketlerin gerçekten sonsuz sıralanması – çeşitli mimik bozulmaları, kaşınmalar, gerinmeler, bedenin en çeşitli kısımlarıyla en çeşitli hareketler ve birçok şey daha.
Argolar – sıradan kelimelerin yerine geçen ve şu veya bu ND’nin ifade edilmesine eşlik eden kelimeler, ki bu ND, sonuçta kelime ile o kadar “kaynaşıyor” ki, artık farkedilmez oluyor. Mesela, “ad” kelimesi yerine “lakap” demek mümkün, “yemek” – “tıkınmak” v.s.
Parazitlerin kullanılmasının negatif sonuçları aptallığın ve algıları ayırt etmek yeteneksizliğin gelmesiyle sınırlı kalmıyor (argoseverin biri, kendi problemi hakkında şunları yazdı: “günlük kayıt tutma teşebbüsünden sonra stupora tutuldum, algılardan anlamadığımı ve neyi kaydetmek gerektiğini bilmediğimi idrak ettim. Herşey, tek olan çok hızlı bir akım, içinden çıkılmaz bir bataklık halinde birleşiyor”). Bir problem daha, HER parazitin, ona hizmet etmeye, onu desteklemeye çağrılmış olduğu bir ND fışkırmasıyla kaçınılmaz bir şekilde kenetlenmiş bulunmasından ibaret. İnsanın, parazitleri kullanmaya başlamasının nedeni asıl ND’lerdir, onun için parazitlerin koşulsuz giderilmesi, koyu, aralıksız, herşeyi zehirleyen ve, alışılmış olduğu için, çoğu kez farkedilmeyen NF’dan sorumlu ND’lerin “ufak” fışkırmalarının aralıksız dizisine ciddi bir darbe yapmaya yol açar.
Parazitlerin giderilmesi, daha fazla bir açıklığa ulaşmada çok parlak bir etkiye neden oluyor.
Terimler listesine “Terimler” kısmında bak.
Çöplüğe giden kelime örnekleri:
“Fayda”. Faydalı diye adlandırılan hareketlerin sonucu olarak gelecekte neyin olacağını bilmek için hiçbir yöntem yoktur ve sonuçların bazıları asıl senin tarafından istenmeyenler olarak teşhis edilebilir. “Faydalı” kelimesini bazen “pozitif” veya “amaca uygun” anlamlarda kullanıyorlar ve işte bu terimleri ben böyle durumlarda kullanmak için seçiyorum, en azından onların ahlaki kategorilerle, yani mutlak bir “iyilik” veya “kötülük” ifade eden kelimelerle, o kadar katı bir şekilde çağrıştırılmış olmadıkları için. Türevleri – onlar da çöplüğe gidiyor – “faydalı”, “faydasız” (“faydasız” kelimesi, çoğu kez “mutlak anlamda kötü”yü değil, asıl, amaca uygun olmayanı belirtiyorsa da, ancak ben bu kelimenin kullanımıdan gene de vazgeçiyorum, gerek olmadan kopya çoğaltmamak ve bu sinmiş intanın – “fayda” kelimesinin – gölgesini bile yeniden canlandırmamak için).
“Yardım”. Bu kelime de “iyiliğin” mutlak manasında kullanılır ve, insan “yardım ettiği” zaman, o, şüphesiz “iyi” bir hareket meydana getirdiğini düşünüyor. Ben, bir çukur kazmak istiyor, biri de gelip “yardım” ediyorsa, bu, onun çukuru kazmak amacını sadece ben onu kazdığım için önüne koyduğu anlamına geliyor. Bunun yanısıra, o ilgilenmez – belki, onu yalnız başına kazmak hoşuma gidiyor, belki de, tersine – bu bana ağır geliyor ve hedefin ortasında düşünmeye başlarım – onu gerçekten mi kazmak istiyorum veya sadece bir mefhum uğruna kendimi zorluyorum v.s. Gene de “yardım”, soyut bir “faydaya” sık sık istinaf yapıyor.
Mesela, insan votka içmeyi isteyebilir, sen ise onun şişesini atıyorsun, yani onun arzusuna aykırı olarak hareket ediyorsun, ancak bunu da “yardım” olarak adlandırıyorsun. Sovyet ordusu 1939 yılında Alman faşistleriyle beraber Polonya’yı ikiye böldüler, Finlanda’ya savaş ilan ettiler, savaştan sonra Macaristan’a, Çekoslovakya’ya girdiler, Baltika ülkelerini işgal ettiler – ve bütün bunlar da “yardım” olarak adlandırılıyordu. Muhbirler, farklı düşünenleri kamplara atmak için Sovyet iktidarına “yardım ediyorlardı”, komünistler, Yugoslavya’da, Küba’da diktatör rejimleri destekleyerek, “kardeş halklara” “yardım ediyorlardı”, Çinliler ise hala Tibet halkına Budizm zehirinden kurtulmaya yardım ediyor – öldürülen bir buçuk milyon Tibet rahiplerinin kanı onları daha doyurmadı. “Yardım” kelimesini insanlar, bu kelimenin açık bir manası olmadığı için kullanıyorlar zaten, ve her hareketi sen “yardım” olarak adlandırabilirsin, kendine karşı pozitif bir tutum uyandırmaya çalışarak, çünkü “yardım – bu, iyi” diye bir mefhum vardır.
“Destek” kelimesini kullanmayı teklif ediyorum. “Destek” nedir – bu, anlaşılır. İnsan bir şeyler yapıyor, bunları yaptığını ve yapmak istediğini ve sonucu elde etmek istediğini beyan ediyor ve sen kendi tarafından, o bu sonucu elde etsin, diye yapıyorsun. Burada herşey gayet açık.
“Gerek”. Büyük bir intan! Eşanlamlıları da – çöplüğe: “lazım”, “mecbur”, “gerekir” [bir şeyi yapmak], “değmek”, “zorunda kalmak”.
“İşbirliği”. Bu kelime altında genellikle bilgi alış-verişinin mümkün ve mümkün olmayan yöntemlerinin son derece bulanık takımını anlıyorlar – o kadar bulanık ki, onu kullanmak imkansızdır. Bu kelimenin giderilmesi, fikrini anlatmada problemlere getirmez, çünkü bilgi alış-verişinin her mümkün yöntemi kendi belirtmesine sahip, onları istek üzere sınıflarda gruplaştırmak, bu sınıflara kendi belirtmeleri vermek ve onları kullanmak kolay. Eşanlamlıları da – çöplüğe: “temas” (“biz onunla temas ettik” – bunu nasıl anlamak? Konuştuk mu? “Merhaba-görüşürüz” gibi replik teatisinde mi bulunduk? Seviştik mi? Mefhumları inceleme sonuçlarının teatisinde mi bulunduk? Yan bakışlar teatisinde mi bulunduk??…). Türevleri – “görüşmek”.
“Kötü”. Karşıt anlamlısı da – “iyi” – çöplüğe. “Yerinde” de – oraya.
“Fonksiyonel”. Çok bilim imajlı görünüyor, “amaca uygun” kelimesinin eşanlamlısıdır.
“Dost”, “dostluk”, “yakın [insan]”, “yakınlık”. Herhangi bir belirlilikten tamamen yoksun kelimeler. İnsanların, birbirine karşı son derece bulanık bir sadakat derecesini belirtiyor gibi, fakat daha sık birbirlere karşı sade bir alışkanlığı ifade ediyor, ki bu alışkanlık hiç de sadakat ve sempati ile değil, çoğu kez hatta antipasti ve nefret ile eşlik edilir.
“Tarafsız”. “İlgisiz” kelimesinin eşanlamlısıdır.
“İzlenimler”. “Pozitif duygular” teriminin yerine kullanılr, onun için çöplüğe gidiyor. İnsan, ND’lerden, ıztıraplardan izlenim aldığını söylediği zaman, bu, onun PD’leri sırayla değiştiren ND’ler yaşadığı anlamına geliyor. O, mesela, kıskançlıktan ıztırap yaşayabilir ve, kız arkadaşının, şu salağa kimi değiştirdiğini anladığı zaman, nasıl bir pişmanlık yaşayacağını hayal edebilir, yani kinci bir sevinç, intikam arzusu yaşar. Eğer o, satrançtan izlenim aldığını söylüyorsa, bu, onun, mesela, bir kendinden hoşnutluk yaşadığı veya aleladeliği doldurduğu v.s. anlamına geliyor.
“Zevk”. PD’lerden cinsel hazza kadar algıların çok geniş spektrumunu belirten bir terim, onun için, somut bir bağlam dışında kullanıldığı halde, çöplüğe gidiyor. “Hoşlanmak” da – oraya.
“Önemli”. Mutlak bir önemlilik ifade ediyor, “fayda” kelimesi gibi. Çöplüğe.
“Akıllıca”. Edeplere mi tekabül ediyor? Mevcut varsayımlara ve bilgilere mi tekabül ediyor – bunun için “uygun” kelimesi vardır. Muhatabın mefhumlarına tekabül ediyor – daha sık. Çöplüğe. “Mazeretli” de – oraya.
“Hoş”. Bu kelime de anlamların son derece bulanık spektrumunu ifade ediyor – seks ile ilgili olmayan, cinsel haz ile ilgili olan bedensel haz, PD, ES – yaşamak için insanda şu an PT’si olan herşey. “Nahoş” da – çöplüğe.
“Mana” – çöplüğe. Eğer söz, kelimenin veya cümlenin manası hakkında ise, o halde “ne demek oluyor, neyi belirtiyor” diye söylemek mümkün. “Manasız” da – aynı çöplüğe.
Ayrı bir konum – pratik açısından saçma olan, yani hatalı yorumu sağlamlaştıran, kelime gruplarının giderilmesi. Surat, böyle kelimeleri konuşmasında kullanmaya devam ettiği zaman, böylece kendisi kendini kuyruğundan bataklığa geri sürüklüyor. Böyle kelime gruplarına, şu aşağıdakiler ait:
“ND’yi meydana getiriyor”. Tipik bir cümle: “onun nezaketsizliği bende sinirlenmeyi meydana getirdi”. Değiştirme varyantı: “o nezaketsizdi ve ben sinirlenmeyi yaşadım”. Veya, daha net bir variant: “o nezaketsizdi ve ben sinirlenmeyi yaşamak istedim ve yaşadım”.
“NF devam ediyor”. Tipik cümle: “NF uzun süre devam etti”. Sonuçta, sanki NF’yi ben kendim desteklemiyor, o ise “kendisi”, benim katılımım olmadan, devam ediyor, ben ise – kurbanıyım, gibi bir şey oluyor. Değiştirme varyantı: “ben uzun sure NF yaşadım”, veya daha net: “ben uzun süre NF yaşamak istedim ve yaşadım”.
“Olmadı” [ND’yi gidermek v.s]. Eğer sende ND’yi gidermek olmadı, bunu başaramadıysan, bu aslında senin bunu yeterince güçlü bir şekilde istemediğin ve ND’yi yaşamak arzusunun onu gidermek arzusundan daha güçlü olduğu anlamına geliyor. Varyant: “ND’yi yaşamak arzusu, onu gidermek arzusundan daha güçlüydü”.
02-02-05) Ben, Açıklık ES’ne ulaşmanın dört aşamasını ayırmak amaca uygun olduğunu düşünüyorum (bundan sonar bu kelimeyi (“Açıklık”), onu ussal açıklıktan ayırmak için, büyük harfle yazacağım):
1) Hatırda bırakma
2) Akıl yürütmede antrenman
3) Biçimsel pratikler
4) Davranışın içine entegrasyon
1) Hatırda bırakma, pratikçinin bilgi ile tanışması ve onu hatırda bırakmasından ibaret – o, mesela, açıklığa ulaşmanın dört aşamasını ayırmak mümkün olduğunu, onların nasıl şeyler olduklarını, nasıl biçimsel pratiklerin mevcut olduklarını, davranışın içine entegrasyon olarak neyin adlandırıldığını ve saireyi hatırında bırakıyor.
2) “Ben” algısının olmadığı hakkındaki sözleri okumak, onları kabul etmek ve… eskisi gibi yaşamaya devam etmek mümkün. İnsanların büyük bir çoğunluğu böyle yapıyor zaten – okuyor, kabul ediyor veya etmiyor ve yaşamaya devam ediyorlar, hayatlarında hiçbir şeyin değişmediğinden kendilerine hesap vermeden. Akıl yürütmede antrenman, bu soruyu etraflı bir şekilde analiz etmeye yardım ediyor. Onu, tecrübeli bir pratikçi ile birlikte, tarafları değiştirerek, uygulamak özellikle etkilidir – biri, “ben- mevcut” mefhumunu savunuyor, diğeri onu reddediyor. Tecrübeli pratikçinin katılımı bu aşamayı çabuk gerçekleştirmeye izin veriyor, çünkü çok defa ele alınan mefhum insana o kadar şağlam bir şekilde sinmiş oluyor ki, soruna herhangi beklenmedik bir yönden bakmak onun aklına bile gelmez.
3) Biçimsel pratikler, meydana gelmiş ussal açıklığı sağlamlaştırıyorlar. Böyle pratikler arasında:
a) ulaşılmış açıklığı ifade eden cümlenin defalarca, saatlerce sesli olarak tekrar edilmesi;
b) akıl yürütmelerinin gidişini tekrar okumak, onları kolay okunan, iyi biçimlendirilmiş bir görünüme getirmek;
c) “ben” mefhumuyla ilgili olarak bu, algıları birer birer ayıklama ve, “bu bir fikir, bu herhangi bir “ben” değil” diye saptama pratiği olabilir;
d) çok sesli iç diyaloğu durdurma pratiği etkiyi kuvvetlendiriyor – mesela, bir saat boyunca her sesli fikri 5 saniye içinde durdurmak hedefi koyuluyor – 2-3 saniye, sesli fikrin varlığından kendine hesap vermek için ve 2 saniye daha, onu durdurmak için, verilir.
4) Ara ussal açıklığa ulaşmak, fakat, sanki o yoktur gibi, sanki eski mefhum tamamen egemendir gibi yaşamak mümkün. Ulaşılmış açıklığın, davranışın içine derin girmesi için, özel pratikleri gerçekleştirmek istenen bir şeydir. Mesela, eğer “geçmiş” ve “gelecek” belirtmelerini verdiğimiz öyle algılar toplamının olmadığına dair ussal açıklığa ulaşılmışsa, “geçmişe” emniyeti değiştirme pratiğini gerçekleştirmek mümkün. Ben, bir gölün önünde çimenlikte oturmuş bulunduğum zaman, adımın ne olduğuna, hangi şehirde bulunduğuma emniyeti desteklemeye gerek yok, “oldu” ve “olacak” kelimeli fikirleri gidermek mümkün, emniyeti devreli değiştirme ile uğraşmak mümkün – “ben İrkutsk’da bulunuyorum” – “ben Himalaya’da bulunuyorum” – ve her iki varyantta emniyetin yoğunluğunu saptamak. Emniyeti devreli değiştirme egzersizleri sonucunda, “ben İrkutsk’dayım” fikrine emniyetin ve “ben Himalaya’dayım” fikrine emniyetin eşit olduklarını keşfettiğinde sen, geri kalan mekanik emniyetlerin de (“ben”in, “geçmiş”in v.s.’nin varlığına emniyetlerin) esaslı bir şekilde zayıfladıklarını keşfedersin ve onları isteğin üzerine yönetebilirsin. Sen, işinde bulunduğunda, gelecekte nasıl işlerin olacağına, geçmişte nasıl sözleşmelerin olduğuna emniyeti destekliyorsun, çünkü bu, istenen sonuca ulaşmaya izin veriyor. Gölün önündeki çimenliklerde başka bir emniyeti destekliyorsun, bu da, parlak ES’lere, “geçmiş” hakkındaki mefhumdan kurtuluşa, bu mefhuma dayanan “ardışıklık”, “değişmelerin art arda olması” v.s. hakkındaki mefhumlardan kurtuluşa ulaşmaya izin veriyor.
Bu dört basamaklı pratiğin sonucu olarak Açıklık parıltıları meydana geliyor.
02-02-06) “Analojiler” denen şeyler, “rezonans eden imajlar”, yani, açıklık da dahil olmak üzere, ES’ler ile rezonansı meydana getiren tasvirler olarak kullanıldıkları zaman, pekala zararsızdır. Fakat aynı analojiler, onlar kalınkafalılıktan dolayı kanıtlar olarak kullanılmaya başladıkları zaman, açık düşünüşü büsbütün zehirleyen korkunç bir zehir oluyorlar.
Hiçbir şartlarda (!!!) analojiler kanıtlama aracı olamazlar. Tecrübe yoluyla, her türlü tartışmada aşağı yukarı her türlü görüş açısını sanki “kuvvetlendiren” bir analojiyi arayıp bulmanın pek zor olmadığı, çok kolay keşfedilir. Ve bu doğaldır – etrafımızdaki dünya o kadar çeşitlidir ki, incelenen soruda bulmak istediğimiz kanunlara göre gelişen bir olayı her zaman bulmak mümkündür – ve, objeler birbiriyle değiştirildiği zaman, işte ahmaklar için bir “ispat” ortaya çıkıyor gibi.
Mesela: biri, çocuğumun arkasından bir kuluçka gibi koştuğumda ve, istemediği şeyleri ona zorla kabul ettirerek, onu sevinçli arzuları olmayan ağızsız, çocuksu bir hiçe dönüştürerek, onu sürekli gözettiğimde aptallığımı belirttiğimi, bana söylüyor. Ben, itiraz etmek istiyorum ve bunu şu şekilde yapıyorum: “eğer çiçeği derin dondurucuya koyarsak, o ölür – bakımsız olan bir çocuk da öyle…” Şaşırtıcıdır ki, ancak insanların %99’na böyle bir “kanıt” etki ediyor. Bunun gibi “kanıtlarla” karşılıklı bir değiş tokuştan sonra insanlar birbirinden ayrılıyor, ya “açıklığa ulaşmış olarak” (yani, bu analojilerin etkisi altında muhatabın görüşünü kabul ederek), ya da, düşünsen de, düşünmesen de, hiçbir zaman hiçbir şeyin açık olamayacağına bir inanç ile.
Analojiler, psişik baskının fevkalade başarılı bir yöntemidir (yani, onların etkisi altında hemen hemen her insan kendi inancını az ya da çok değiştiriyor), onun için onlar samimiyetsiz ve ahmak insanlar tarafından her zaman kanıt olarak kullanılacaktır.